Zihnin Aynasında Tanrı

Zihnin Aynasında Tanrı


Felsefe, en temelde, kavramlarla girişilen bir zihin arkeolojisidir. Bu arkeolojinin en derin ve en eski katmanlarından birinde, tüm heybetiyle “Tanrı” kavramı durur. Binlerce yıldır insanlığın düşünsel, kültürel ve toplumsal dokusuna işlemiş bu kavramı, bir heykeltıraşın mermer bloğu yonttuğu gibi, akıl ve materyalist analizin aletleriyle yontmak, felsefenin en cüretkâr görevlerinden biridir. Ben bu göreve, evreni ve bilinci maddi süreçlerin bir ürünü olarak gören diyalektik materyalist bir perspektiften yaklaşıyorum. Soruşturmamızın başlangıç noktası, göksel bir ilham ya da kutsal bir metin değil, içinde yaşadığımız somut, maddi gerçekliğin kendisidir.

Teizm, yani Tanrı’nın varlığını savunan düşünce, tarih boyunca kendi meşruiyetini sağlamak için bir dizi felsefi argüman geliştirmiştir. Bu argümanlar, Tanrı’yı akılsal bir zorunluluk olarak sunma iddiasındadır. Ancak bu iddialar, materyalist bir eleştirinin süzgecinden geçtiğinde ne kadar ayakta kalabilir? Gelin, bu kadim argümanları teker teker ele alalım.

1. Ontolojik Argüman: Kavramdan Varlığa Hatalı Sıçrayış

Orta Çağ filozofu Anselm’in öncülük ettiği ontolojik argüman, belki de en soyut ve en cüretkâr olanıdır. Özetle der ki: “Tanrı, kendisinden daha mükemmeli düşünülemeyen varlıktır. Zihinde var olan bir kavramdan daha mükemmeli, hem zihinde hem de gerçeklikte var olanıdır. O halde, Tanrı’nın gerçeklikte de var olması zorunludur.”

Bu argüman, zihinsel bir hokkabazlıktan ibarettir. Temel hatası, varoluşu bir nitelik (mükemmellik gibi) sanmasıdır. Kant’ın da isabetle belirttiği gibi, “var olmak” bir kavramın içeriğini zenginleştiren bir özellik değildir. Zihnimde tasarladığım “en mükemmel ada”nın tüm özelliklerini sayabilirim: tropik iklimi, bembeyaz kumları, lezzetli meyveleri… Ancak bu özellikler listesine “ve bu ada gerçekten var” maddesini eklemem, o adayı Pasifik Okyanusu’nda bir yere koymaz.

Materyalist açıdan mesele daha da nettir: Fikirler, maddi gerçekliğin bir yansımasıdır, tersi değil. Bir kavramın (ne kadar “mükemmel” tanımlanırsa tanımlansın) kendi başına maddi bir gerçeklik yaratma gücü yoktur. Tanrı kavramı, insan zihninde var olabilir; ancak bu, onun zihin dışı, nesnel bir varoluşa sahip olduğunu kanıtlamaz. Ontolojik argüman, idealizmin en saf halidir; yani fikrin maddeyi öncelediği ve hatta yarattığı yanılgısıdır. Biz ise diyoruz ki, önce madde vardı, fikirler ve kavramlar bu maddenin en karmaşık örgütlenmesi olan insan beyninin bir ürünü olarak sonradan geldi.

2. Kozmolojik Argüman: Nedensellik Zincirindeki Kayıp Halka

Aristoteles’ten Thomas Aquinas’a ve modern Kalam kozmolojik argümanına uzanan bu düşünce çizgisi, daha sağduyulu bir zeminden başlar: “Evrendeki her şeyin bir nedeni vardır. Bu nedenler zincirini geriye doğru takip ettiğimizde, sonsuza dek gidemeyiz. Öyleyse, kendisi bir nedene muhtaç olmayan, her şeyin ilk nedeni olan bir varlık olmalıdır. Bu varlık Tanrı’dır.”

Bu argüman, ilk bakışta güçlü görünse de birkaç temel varsayıma dayanır ve bu varsayımlar sorgulanmaya açıktır:

  • Sonsuz Gerilemenin İmkânsızlığı Varsayımı: Neden bir nedenler zinciri sonsuza dek geri gidemesin? Bu, sezgilerimize aykırı gelebilir, ancak evrenin işleyişi insan sezgilerine uymak zorunda değildir. Kuantum fiziği, sezgilerimizi altüst eden fenomenlerle doludur. Evrenin kendisinin ezeli ve ebedi bir döngü içinde olması, mantıksal bir çelişki barındırmaz.

  • Özel Muafiyet (Special Pleading) Mantık Hatası: Argüman, “her şeyin bir nedeni vardır” kuralını koyar, ancak sonra bu kuralı Tanrı için keyfi bir şekilde ihlal eder: “Tanrı hariç.” Eğer bir varlık nedensiz olabiliyorsa, neden bu varlık ille de bilinçli, irade sahibi bir Tanrı olmak zorunda? Neden bu “nedensiz neden,” evrenin kendisi, yani maddenin ve enerjinin toplamı olmasın? Occam’ın Usturası prensibi gereği, fazladan bir varlık (Tanrı) eklemek yerine, mevcut olanla (evren) yetinmek daha rasyoneldir.

Diyalektik materyalizm, evrene dışarıdan bir “ilk hareket ettirici” aramak yerine, hareketin ve değişimin maddenin kendi içsel bir özelliği olduğunu söyler. Madde, pasif ve atıl bir töz değildir; kendi içinde çelişkiler, gerilimler ve dinamikler barındıran, sürekli bir oluş ve bozuluş halindeki bir süreçtir. Evren, onu dışarıdan kuran bir saatçiye değil, kendi iç yasalarıyla işleyen, kendi kendini organize eden devasa bir sisteme benzer.

3. Teleolojik Argüman: Tasarım Yanılgısı ve Evrimsel Cevap

Paley’in meşhur “saatçi analojisi” ile popülerleşen bu argüman, evrendeki ve özellikle canlılardaki karmaşıklığın ve düzenin, bilinçli bir tasarımcının, yani Tanrı’nın varlığına işaret ettiğini öne sürer. “Yolda bir saat bulsanız, onun parçalarının tesadüfen bir araya gelmediğini, bir saatçi tarafından yapıldığını düşünürsünüz. O halde, saatten çok daha karmaşık olan göz veya kanat gibi yapılar nasıl olur da bir tasarımcı olmadan var olabilir?”

Bu argüman, Darwin’in evrim teorisi tarafından tarihsel olarak çürütülmüştür. Darwin, doğada gördüğümüz “tasarım benzeri” yapıların, bilinçli bir tasarımcı olmadan, doğal seçilim adı verilen kör ve mekanik bir süreçle nasıl ortaya çıkabildiğini göstermiştir. Milyonlarca yıl boyunca, hayatta kalma ve üreme konusunda en ufak bir avantaj sağlayan rastgele varyasyonlar birikerek, bugünün karmaşık organizmalarını meydana getirmiştir. Göz, bir gecede tasarlanmadı; ışığa duyarlı basit bir hücreden başlayarak, uzun ve dolambaçlı bir evrimsel patika boyunca adım adım gelişti.

Materyalist perspektif, bu cevabı daha da derinleştirir. Evren, mükemmel bir tasarımdan çok, kusurlarla, verimsizliklerle ve anlamsızlıklarla doludur. İnsan gözündeki kör nokta, apandis gibi körelmiş organlar, doğal afetler, hastalıklar ve evrenin ezici çoğunluğunun yaşam için elverişsiz boşluklardan oluşması… Bunlar, her şeye gücü yeten, her şeyi bilen ve mutlak iyi olan bir tasarımcının eseri olmaktan çok, amaçsız ve kör bir sürecin deneme-yanılma ürünlerine benzer. “Tasarım” olarak algıladığımız şey, aslında başarılı adaptasyonların sonucudur; başarısız olanlar ise çoktan yok olmuştur.

Sonuç: Tanrı Kavramının Maddi Kökenleri

Felsefi argümanlar, eleştirel bir bakışla incelendiğinde Tanrı’nın varlığını kanıtlamakta yetersiz kalıyor. Peki, bu kavram neden bu kadar evrensel ve kalıcı? Diyalektik materyalizm, bu sorunun cevabını soyut mantıkta değil, insan toplumunun maddi ve tarihsel koşullarında arar.

Ludwig Feuerbach’ın işaret ettiği gibi, Tanrı, insanın kendi özünü, potansiyelini ve en iyi niteliklerini (bilgi, güç, sevgi) kendisine yabancılaştırarak gökyüzüne yansıttığı bir projeksiyondur. İnsan, kendi yarattığı bu idealize edilmiş imgenin önünde diz çöker.

Karl Marx ise bu analizi toplumsal bir zemine oturtur: Din, “ezilen halkın afyonudur.” Bu, dinin basit bir aldatmaca olduğu anlamına gelmez. Din, gerçek acıya karşı bir protesto, kalpsiz bir dünyanın kalbi ve ruhsuz koşulların ruhudur. İnsanları, bu dünyadaki sefaletlerinin maddi nedenlerini (sömürü, eşitsizlik, yabancılaşma) sorgulamak yerine, teselliyi uhrevi bir vaatte aramaya yönelten bir mekanizmadır. Tanrı kavramı, çaresizliğin ve doğa güçleri karşısındaki bilgisizliğin bir ürünüdür. Bilim ve teknoloji geliştikçe, doğanın gizemleri çözüldükçe ve insan, kendi toplumsal kaderini eline alma iradesini gösterdikçe, Tanrı’ya duyulan ihtiyaç da tarihsel olarak azalır.

Nihayetinde, bir materyalist için soruşturma Tanrı’nın var olup olmadığı sorusunda kilitlenip kalmaz. Argümanlar mantıksal ve ampirik olarak çöktüğünde, asıl ilginç soru başlar: “Tanrı fikri, hangi maddi, sosyal ve psikolojik koşulların bir ürünüdür?” Bu soruya verilen cevap, bizi gökyüzündeki hayali bir varlığa değil, yeryüzündeki gerçek insana ve onun tarihine götürür.

Tanrı yoktur; çünkü ontolojik olarak varlığı ispatlanamaz, kozmolojik olarak gereksizdir ve teleolojik olarak evrenin işleyişiyle çelişir. Ama daha da önemlisi, Tanrı fikrinin kendisi, maddi dünyada kökleri olan, anlaşılabilir ve açıklanabilir bir olgudur. Bu nedenle, felsefenin görevi, zihnin aynasında yansıyan bu görkemli ama boş imgeye tapınmak değil, o aynayı tutan eli ve o elin içinde yaşadığı dünyayı anlamak ve dönüştürmektir. Gerçekliğin kendisi, en yüce gizem ve en değerli çalışma alanıdır.


Like it? Share with your friends!

29
29 points
Can Taylan Tapar
Yüreklilik, gerçeği aramak ve onu söylemektir. Geçici olarak muzaffer olan yalanın yasasına boyun eğmemektir. Ruhumuzu, dudağımızı ve ellerimizi, aptal alkışların ve fanatik yuhalamaların yansıması yapmamaktır. / Jean Jaures
Choose A Format
Personality quiz
Series of questions that intends to reveal something about the personality
Trivia quiz
Series of questions with right and wrong answers that intends to check knowledge
Poll
Voting to make decisions or determine opinions
Story
Formatted Text with Embeds and Visuals
List
The Classic Internet Listicles
Countdown
The Classic Internet Countdowns
Open List
Submit your own item and vote up for the best submission
Ranked List
Upvote or downvote to decide the best list item
Meme
Upload your own images to make custom memes
Video
Youtube and Vimeo Embeds
Audio
Soundcloud or Mixcloud Embeds
Image
Photo or GIF
Gif
GIF format