onun şanını yüceltsin ) ya da ‘Sevgili Peygamberimiz’ diyerek mırıldanmaktan
geri kalmazlar. Koyu bir dinsellik bilincine saplı olarak bugün hala 7.
Yüzyıl zihniyetiyle yaşayıp gitmektedirler. İslamın ‘hoşgörü’ ve
‘barış’
dini olduğunu söylerler ama, İslamdan başka din ve inanca yönelik olanları
‘kafir’ ve ‘cehennemlik’saymaktan ya da İslam şeriatını eleştiri konusu
yapanları dinsizlikle suçlamaktan geri kalmazlar. Akılcı eğitimden geçmedikleri
için, onları bu kör inanışlardan ve davranışlardan kurtarma olasılığı pek
yoktur.
özünden habersizdirler. Örneğin kendilerine: İslamdan başka dinlere yönelenler
‘sapıktırlar’ , ‘Müşrikleri nerede görürseniz öldürün’ , ‘İslamdan çıkanları
öldürün’ , ‘Ey (Müslümanlar)! Yahudileri ve Hiristiyanları dost edinmeyin…İçinizden
onları dost tutanlar, onlardandır…’ , (Yahudilerden, Hiristiyanlardan)
İslami din edinmeyenlerle , boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye (kafa
parası ) verene kadar savaşın’ , ‘Yeryüzü İslam olana kadar savaşın onlarla‘
, ‘Kölelik Tanrısal bir kuruluştur’ , ‘Kadınlar aklen ve dine dun (eksik)
yaratıklardır’ , ‘Sütresiz olarak namaz kılanın önünden eşek , köpek, kadın
geçerse namaz bozulmuş olur’ , ‘Ölü insan ile ya da hayvanla cinsi münasebette
bulunan oruçlu kişinin kaza orucu tutması gerekir’ , ‘Tanrı, Müslüman kullarına
Cennet’te memeleri yeni sertleşmiş güzel kızlar verecektir’ , ‘ (Ey Müslümanlar).. Küçük
gözlü, kırmızı yüzlü, yayvan suratlı Türklere karşı zaferler kazanılmadıkça
hüküm günü gelmiş olmayacaktır ‘ şeklinde ya da benzer nice buyruk gösterilmiş
olsa şaşıracaklardır; bunların hoşgörü anlayışıyla, insan şahsiyetinin
haysiyetiyle ya da insanlararası sevgi ilkesiyle bağdaşmaz şeyler olduğunu
söyleyeceklerdir.
düşünemeyeceklerdir. Oysa bütün bu buyruklar, Muhammed’in Kur’an ve Kur’an
olmayarak ortaya vurduğu İslami verilerden başka bir şey değildir. Daha
başka bir deyimle, bu kişiler ciddi bir Müslümanlık sınavına çekilmiş olsalar,
ne Müslümanlıklarından ve ne de Tanrı’ ya ve Muhammed’e bağlılıklarından
eser kalmayacaktır. Bu okumakta olduğunuz yazı (ki Müslüman kişinin günlük
yaşamını düzenleyen şeriat verilerinden sadece bir demektir ) bunun böyle
olduğunu kanıtlamak maksadıyla hazırlandı. Eklemek isterim ki bu veriler,
başta Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları olmak üzere temel İslam kaynaklarından
alınmıştır.(Yazının sonunda kaynakçalar verilmiştir.)
HURAFELER, BATIL İNANÇLAR, MASALLAR VE AKLI DIŞLAYAN SORUNLAR KONUSUNDA BİRKAÇ SORU
(özellikle Toplumsal Geriliklerimizin Sorumluları: Din Adamları adlı kitabımla
-Ilhan Arsel-) bunların birçoğunu sergilemiş bulunmaktayım. Kısaca anımsatmak maksadıyla
şu girişi yapabilirim:
ve lütfundan ) isteyerek yataktan kalkacaktır, çünkü horozlar melek gördükleri
için örtmüşlerdir ve onu namaza çağırmaktadırlar. Fakat şunu da bilecektir
ki, eğer bu arada eşeklerin anırmasını işitecek olursa, derhal Tanrı’ ya
sığınması ve Muhammed’e salavat getirmesi gerekir, çünkü eşek, şeytan gördüğü
için anırmıştır ve üstelik Kur’an’ da eşek sesinin ‘ seslerin en çirkini’
olduğu anlatılmıştır. ( K.31, Lokman Suresi, ayet 19.)
‘fazlı’ ( üstünlüğü ) olduğu anlatılmıştır. Yataktan çıktıktan sonra yapacağı
ilk iş, burnundaki nesneyi çıkarmaktır; çünkü Muhammed’in söylemesine göre
şeytan, uyuyanın genzinde gezmektedir; bu nedenle burnundaki nerneyi nefesiyle
çıkarmalıdır.
bütün işleri ‘Allah’ ile ‘alakalı’ olmalıdır. ‘Allah’ ise tektir. Allah’la
alakalı olduğu için tek çift’ten daha iyidir. Bundan dolayıdır ki, yapacağı
işleri 3,5,7 vs. gibi tek sayılara göre ayarlamalıdır: Su içerken bardağı
sağ elle tutup üç yudumda içmeli, helada abdestini yaptıktan sonra altını
üç taşla temizlemelidir. Nitekim Muhammed hep böyle yapmış ve Müslümanlara
kendinden örnekler bırakmıştır.
yarar sağlaması mümkündür. Örneğin her gün sabah sabah aç karnına yedi
tane Acve hurmasından yiyecek olursa, bütün gün boyunca kendisine ne ‘sem’
ve ne de ‘sihir’ zarar vermeyecektir.(1)
şeytan gelip lokmayı kapıp götürecektir. Çorba içerken kasenin ortasından
değil, kenarından başlayacaktır, zira Tanrı’nın inayetleri çorbanın ortasından
değil kenarındadır. Yemeğin/ içeceğin içine sinek düşerse, sineğin dışarda
kalan kanadı iyice batıracak ve sonra sineği alıp atacak ve yemesine/içmesine
devam edecektir; zira sineğin iki kanadının birisinde günah hastalık, diğerinde
ise sevap (şifa) vardır ve sinek idrak sahibi olduğu için önce günah olan
kanadını batırır. Bu nedenle eğer sineğin dışarıda kalan kanadını, yemeğin,
içeceğin içine iyice batırılacak olursa, sevap (şifa), günahı (hastalığı)
gidermiş olacaktır. Bu işleri yaparken esnemesi gelirse, gücü yettiği kadar
onu önlemeye çalışacaktır, çünkü esnemek şeytandandır ve şeytan, esnerken
‘haaa!’ diye azını açan kişiye sevincinden güler. Şeytanın birisine sevinçle
gülmesi ise, kötü bir şeydir. Bu nedenle Tanrı esnemeyi ‘fena’ görmüş ve
önlenmesini istemiştir. Fakat buna karşılık aksırığa ‘muhabbet’ eder, yeter
ki aksırma ‘sağlık ve rahatlama’ eseri olsun. Bu da aksıran kişinin üç
defadan fazla aksırmamasıyla anlaşılır. Eğer böyleyse aksıran kişi ‘El-hamdüli’llah’
demelidir; böyle diyecek olursa artık bir daha göz ağrısı diye bir şey
çekmeyeceği gibi, aksırdığını duyan Müslüman kişilerin kendisine ‘Yerhamükellah’
(Tanrı sana merhamet etsin) diye mukabele etmelerine vesile yaratmış olur.
Böylece aksırık sayesinde Müslüman kişi, Tanrı’ nın marhemetine sığınıp
bir kısım günahlarından kurtulmuş olacaktır. Fakat eğer aksırma, ‘sağlıklı
olmayan aksırık‘ niteliğindeyse (örneğin hastalık ve rahatsızlık yüzünden
aksırmaysa), bu taktirde ‘Yerhamükellah’ sözcüğünün kullanılması şeriata
aykırıdır. Aksırığın sağlıklı nitelikte olmadığının anlaşılması, aksırmanın
sayısına bağlıdır. Eğer aksıran kişi üç defadan fazla aksırmışsa aksırığının
‘sağlıksız bir aksırık’olduğu anlaşılır ve böyle bir halde o kişiye ‘Yerhamükellah’
( Tanrı sana merhamet etsin ) demek caiz değildir. Neden değildir, belli
değil? (Kendi kendinize: ‘Oysa asıl böyle bir halde kişiye Tanrı’ nın merhameti
dilenmesi gerekmez miydi?’ diye sormayınız.)
Musa’nın tavsiyesi ve Muhammed’ in aracılığıyla bu sayıyı beşe indirmiştir.
Bu itibarla Müslüman kişi Muhammed’e minnettarlık duymalıdır; zira günde
beş vakit namaz yerine 50 vakit namaz kılmak durumunda kalmış olsaydı,
gününün 24 saatini namaz kılmakla geçirmek zorunda kalırdı; ne uykuya,
ne yemek yemeğe, ne çalışmaya, ne de eğlenmeye vakit bulabilirdi. Günde
beş vakit namaz bile çok olup, iş ve meşgalesi nedeniyle birçok Müslüman
kişi İslamın bu gereğini yerine getirememenin huzursuzluğu içerisindedir.
arasına ‘sütre’ koymasıyla ilgili zorunluk vardır. ‘Sütre’ denen şey, perde,
örtü, harbe vs. gibi şeyler olabilir; çünkü sütresiz olarak namaz kılan
kişinin önünden eşek köpek, domuz ya da kadın geçecek olursa, namazı bozulmuş
sayılacaktır. Namaz sırasında sessiz ve kokusuz şekilde yellenmenin namazı
bozan bir yönü yoktur. Fakat namazdayken kıblesine karşı tükürmeyecektir,
çünkü kendisiyle kıblesi arasında Tanrı durmaktadır. Mutlaka tükürmek zorunda
kalırsa sol yanına, sağ ayağının altına ya da ceketinin içine tükürecektir.
sınavı’ düzenleyelim ve insanlarımızın İslama bağlılıklarının derecesini
öğrenelim.
bir yanıt vereceksinizdir. Ne var ki, böyle bir yanıt verdiğiniz taktirde
Müslümanlık sınavından sıfır almış olacaksınızdır, çünkü Muhammed, gerek
Kur’an’a koyduğu ayetlerle ve gerek kendi eylemleriyle üfürükçülüğün hem
tükürüklü, hem de tükürüksüz uygulamalarına ve karşılığında ücret almaya
izin vermiştir. Hemen ekleyelim ki, Muhammed, her ne kadar batıl inançlara
karşıymış gibi görünmüş ve örneğin Kur’an’a: “Hak geldi, batılsa yıkılıp
gitti. Kuşkusuz batıl yıkılıp giden türdendir” (İsra Suresi, ayet 81 )
ayet 56 vb. )
‘Kara Taş’ ı (Hacer-i Esved ) öpüp okşaması ve bu taşı ilah niteliğinde
kılmasından ve Müslümanlar için tapınak yapmasından ya da Mina Dağı’nı
sağ tarafına alarak ‘Cemre’ mahallinde yedi çakıl taşı atmak suretiyle
şeytanları kaçırtmaya çalışmasından tutunuz da hastalıkları tükürüklü ve
tükürüksüz üfürük usulleriyle tedavi yolunu seçmesi ve başkalarına da bu
şekilde yapma iznini vermesi, Muhammed’in batıla olan bağlılığının nice
örneklerinden bazılarıdır. Konuyu Kur’an’ın Eleştirisi 1 ve Muhammed’in
Batıla İnanmışlığı başlığı altında ayrı bir yayın olarak ele almakla beraber
burada, üfürükçülük konusunda getirdiklerine kısaca göz atacağız.
usullerin Tanrı tarafından kendisine özellikle Felak ve Nas sureleri olarak
bildirildiğini eklerdi. Felak Suresi’nde şu yazılı:
ve kıskandığı vakit kıskanç kişinin şerrinden sabahın Rabbine sığınırım.”
(Felak Suresi,ayet 1-5 )
şerrinden insanların Rabbi’ne… sığınırım.”
(Nas Suresi, ayet 1-6.)
Muhammed’in bu ayetleri bu doğrultuda olmak üzere kendisi için uygulamış
olmasıdır. (Bazı kaynaklar buna’ El-İhlas’ Suresi’ni de katarlar; bu sure
Tanrı’nın tek ve doğmamış ve doğurmamış olduğunu anlatmaktadır). Ve yine
İslam kaynaklarının bildirmesine göre Muhammed, bu üç sure ile ‘nefes’
edermiş; her gece yatarken ve özellikle rahatsızlık hissettiği zamanlar,
bu yukarıdaki sureleri okur, okurken de ellerine üfler ve sonra elleriyle,
başından ve yüzünden başlayarak bütün vücudunu sıvarmış (mesh edermiş)
ve bunu üç kez arka arkaya tekrarlarmış. Kendisini ölüme götürecek hastalığa
yakalandığı zaman, bu işi kendi başına yapamayınca, Ayşe’nin kendisine
yardımcı olmasını ister olmuş. Daha başka bir deyimle Ayşe, Muhammed’in
nefes ettiği bu Muavvize surelerini kendisine nefes eder ve sonra hastalıktan
kurtulması için onun eline üfleyip, yine onun kendi eliyle vücudunu sıvarmış
(meshedermiş). Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, İslam kaynaklarına dayalı
olarak insanlarımıza bellettiği şekliyle Ayşe’nin konuşması şöyle:
vücudunu sıvamak i’tiyadında (alışkanlığında) idi. Sebeb-i vefatı olan
hastalığa tutulunca Resulullah’ın nefes ettiği Muavvize sureleriyle ben
de kendisine nefes etmeye (ve hastalıktan kurtulması niyetiyle) eline üfleyip
kendi eliyle vucudunu meshetmeye başladım.”
(2)
biraz daha artıracak niteliktedir. Gerçekten de, İslam kaynaklarından bir
kısmına göre, güya Cibril, bir gün Muhammed’ in yanına gelerek ona uyanık
olmasını ve çünkü İfrit’ in (i cinlerin en tehlikelisi olarak bilinir kendisine
kötülük yapacağını haber verir ve yatağa girdiği zaman Tanrı’ ya sığınması
için yukarıda değindiğimiz sureleri okumasını söyler. Güya Muhammed, Cibril’
in bu dediğini yapmak suretiyle tehlikeden kurtulmuş olur.
ki, kısaca şöyle özetlenebilir: Muhammed bir gün rahatsızlık hisseder;
yemek yiyemez ve cinsi münasebette bulunamaz. Fakat az geçmeden Cibril
ve Mikail adıyla bilinen iki melek gelip Muhammed’e rahatsızlığının nedenini
bildirirler ve anlatırlar ki, Yahudiler, Lebid İbn-i A’sam adındaki bir
büyücüye para vermişler ve Muhammed’i büyülemesini istemişlerdir. Ve onların
bu isteği üzerine büyücü, bir ipe on bir düğüm atmış, ayrıca da saç ve
sakal tarantısı ile erkek hurmanın kurumuş çiçek kapçığını koyarak bir
iple ‘Zervan’ kuyusuna indirmiştir. Ve işte Muhammed’ in yemek yiyemeyip,
cinsi münasebette bulunamamasının nedeni, bu büyüdür. Cebril ve Mikail
bunu anlattıktan sonra Tanrı’ nın kendisine şifa gönderdiğini bildirip
giderler. Bir rivayete göre Cebril, kuyudaki ipin çıkartılmasını istediği
için Muhammed Ali’ye emir verir ve ipi kuyudan çıkartıp düğümlerini çözdürtür;
böylece büyü ve sihir bozulmuş olur. Bir başka rivayete göre, yanına birkaç
kişiyi alarak kuyunun bulunduğu yere gider ve kuyuyu kapattırır. (3)
gidermek için, bir yandan yukarıda değindiğimiz ayetleri okur ve özellikle:
“…düğümlere nefes eden büyücülerin şerrinden…Rabbime sığınırım”(Felak
Suresi, ayet 1-5) ayetini tekrarlar, fakat diğer yandan da başından hacamat
olurdu. Fakat bunu da yeterli bulmaz, bir de ‘avce hurması’ diye bilinen
meyveden yerdi. ‘Avce hurması’ denen şey (ki Türkçede karşılığı ‘balçık
burma’ oluyor ) Medine’de yetişen hurmaların en lezzetlisi olarak biliniyor;
güya cennetten gelmedir. Muhammed’ in söylemesine göre bu hurma ağacının
meyvesi, insanları sihir ve büyüden kurtarmaya yeterlidir.Bunu anlatmak
için şöyle demiştir: ” Her kim sabahları aç karnına yedi tane Avce hurması
yerse, o gün içinde o kimseye ne sem ( zehir ), ne sihir vermez.” (4)
çalar ve bereket duasında bulunurdu. Böylece o çocuğa büyü ve sihir gibi
şeylerin tesir etmeyeceğini düşünürdü. Bundan dolayıdır kikadınlar, yenidoğan
çocuklarını Muhammed’e getirirler ve o da çocuğu üfürür ve ağzında çiğnediği
hurmayı çocuğun ağzına tükürürdü. Diyanet Yayınları’nda, Esma adındaki
bir kadının şöyle konuştuğu yazılı:
Onu çiğneyip çocuğun ağzına tükürdü. Bu suretle oğlumun midesine ilk giren
şey Resullullah’ın tükürüğü oldu. Sonra Resullullah hurma çiğnemiyle çocuğun
damağını uğdu. En sonra çocuğa dua buyurdu, bereket ve sahadet temenni
eyledi.”
(5)
ya da ‘tükürüksüz üfürük’ usulleriyle iş görürdü. Tükürük kullanırken buna
toprak karıştırdığı da olurdu. Toprak olarak Medine toprağını kullanırdı;
çünkü Medine toprağının ‘şerefli’ ve ‘bereketli’ olduğunu söylerdi. Şöyle
yapardı: Şahadet parmağına tükürür, sonra tükürüklü parmağını toprağa sokar
ve parmağına bulaştırdığı toprakla hastayı sıvardı.(6)
öğrenince hemen yanına getirtmiş ve gözlerine tükürmüştür. Kaynakların
bildirmesine göre güya Ali’nin gözleri hemen iyileşmiştir.(7)
değmesini ve benzeri rahatsızlıkları, tükürüksüz üfürükle (efesle) ve okuyarak
tedavi usullerini getirmiştir. Örneğin HayberSeferi’nde bacağından vurulan
Seleme’yi (kva oğlu),üç kez üfleyip okumak suretiyle iyileştirdiği söylenir!
Sarılık belirtisi görülen kimseleri de okuyup üfleyerek tedavi ettiğini
söylerdi. Ayşe’nin bildirmesine göre Muhammed: ‘öz değmesine karşı tedavi
için okuyup üflemeyi’ emretmiştir.(8)
edinip geçimlerini sağlayabilmeleri için izin vermiştir. Üfürükçülükle
uğraşanların kazancından kendisine pay aldığı olmuştur. İslam kaynaklarından
alınma örneklerden biri şöyle: Salt oğlu Harice’in amcası olan İlaka adında
biri Müslümanlığı kabul ettikten az sonra, Muhammed’ in yanına gelerek,
deli ve cinnet geçirmiş bir kişiyi, Fatiha Suresi’ni okuyarak ve üfleyerek
tedavi ettiğini ve karşılığında yüz deve aldığını söyler. Muhammed kendisine,
deliyi tedavi ederken Fatiha Suresi’nden başka bir şey okuyup okumadığını
sorar. Ve ondan: ‘Hayır, Fatiha Suresi’nden başka bir şey okumadım ‘ yanıtını
alınca, bu şekilde üfürükle tedavinin ve üfürük karşılığında yüz koyun
kazanç edinmenin hak ve helal olduğunu yeminler ederek bildirir; şöyle
der: “Canım üstüne ant içerim ki sen…hak olan bir üfürükle tedavinin
karşılığını alıp yiyorsun” ( 9)
bununla da kalmamış, bir de kendisi, bu şekilde kazanç sağlayanların kazancından
pay almıştır. Bu konuda, yine Buhari ve Müslim kaynaklarından alınma şu
örneğe göz atalım: Muhammed’ in yakınarkadaşlarından Ebu Said Hudri, başında
bulunduğu çetesiyle birlikte ganimet edinmek üzere yola çıkar. İlk konakladıkları
yerde bir kabileye rastlarlar ki, telaş ve üzüntü içerisinde bulunmaktadırlar.
Çünkü kabilenin başkanını akrep sokmuştur ve hiç kimse ne yapılması gerektiğini
bilememektedir. Durumu gören Ebu Said, kabile başkanını tedavi edebileceğini,
fakat bunu ücret karşılığında yapacağını söyler. Pazarlığa girişirler ve
bir koyun sürüsü bedel üzerinde anlaşırlar. Bunun üzerine Ebu Said, kabile
başkanını karşısına alır ve Kur’an’dan Fatiha Suresi’ni okuyup üflemeye
başlar. Güya kabile başkanı iyileşmiş olur. Bu işin karşılığı olarak Ebu
Said, antlaşma gereğince bir koca koyun sürüsünü alıp arkadaşlarıyla birlikte
yola koyulur. Fakat çete mensupları, koyun sürüsünün bir an önce aralarında
paylaştırılmasını isterler. Ne var ki, paylaşım konusunda aralarında sorun
çıkar. Anlaşmazlığa çözüm bulmak üzere Muhammed’ e başvurulur. Olan bitenleri
dinledikten sonra Muhammed, akrep sokması yüzünden hastalanan kabile başkanının
üfürük usulleriyle tedavi edilmesini çok yerinde bulur ve bu tedavi karşılığında
ücret alınmış olan koyunların bölüştürülmesine karar vwrir, fakat kendisine
de bir pay ayrılmasını ister ve şöyle der:
(10)
üfürükçülük yapılmasına da izin vermiştir; yeter ki üfürükçülük Kur’an’
dan ayetler ( özellikle Fatiha Suresi ) okunarak yapılmış olsun. Daha başka
bir deyimle, eğer hastalığı tedavi için, Kur’an’ dan okuyup üfleme usulü
uygulanacak olursa, bu caizdir; bunun karşılığında ücret alınabilir. Yok
eğer üfürükçülük Kur’an’ dan başka bir şey okunarak yapılırsa geçersizdir
ve böyle bir tedavi batıl bir tedavi sayılır. Şunu da ekleyelim ki, Muhammed
üfürüklü tedavi usullerini ‘ ağılı hayvanın zehirinden nefes edilerek ‘
yapılmasına da izin vermiştir. Nitekim Muhammed’ in karılarından Ayşe şöyle
demiştir:
(11)
Islam ne gibi buyruklar getirmiştir?”
şeklinde yanıt verecek olursanız,Müslümanlık sınavından sıfır alır, kafirler arasında yerinizi bulursunuz!
Yok eğer: ‘Evet bunları Muhammed’in buyurukları olarak benimsiyorum, çünkü
başta Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yayınları olmak üzere tüm İslam kaynaklarında
bunun böyle olduğu bildirilmekte’ derseniz, siz tam bir Müslüman sayılırsınız.
Çünkü gerçekten de Diyanet İşleri Başkanlığı’ nın ve din adamlarımızın,
Muhammed’ in buyrukları olarak insanlarımıza bellettigi din verilerine
göre oruçlu kişi, hayvanla ya da ölü insan vücuduyla cinsel ilişkide bulunacak
olursa, orucu bozulmuş sayılır; bu gibi hallerde kişinin ‘kaza orucu’ tutması
gerekmektedir. (12)
ceza uygulanmalıdır. Fakat bir kısım yorumculara göre bu iş zina sayılmayıp
çirkin bir eylemdir, bu nedenle bu eylemde bulunan kişiye zina cezası değil
‘ta’zir’ (azarlama) cezası uygulanması gerekir. Diyanet’ te görev almış
din adamlarımızdan bazılarının açıklamalarına göre İslam şeriatı, oruçlu
kişinin hayvanla cinsi münasebette bulunması halinde ölüm cezasına çarptırılmasına
uygun bulmuştur; ayrıca cinsi münasebette bulunulan hayvan, o kişinin malıysa,
hayvan da öldürülmelidir; başkasının malıysa hayvanın öldürülmesi gerekmez;
çünkü ‘Hayvanı öldürmenin amacı, bu suçun çağırışım yapılmasını ve faili
hakkında ileri geri konuşulmasını engellemektir.’ (13)
uyandırmamak, büyük bir ustalık ve uzmanlık işidir. Bunu becerebilen kişiyi
kutlamak gerekir. Bundan dolayıdır ki Muhammed, oruçluyken bu işi gören
Müslüman kişiyi sadece kaza orucu tutmakla sorumlu kılmıştır. Oysa oruçluyken
az tuz yemek suretiyle orucu bozulan Müslüman kişilere hem kaza ve hem
de kefaret orucu tutmak gibi ağır zorunluluklar yüklemiştir. (14)
‘kafir’ sayılmanız gerekiyor!
ya da içmene devam et. Çünkü sineğin iki kanadının birinde hastalık, diğerindede
şifa vardır. Sinek idrak ve ilahi ilham sahibi olduğu için, önce zehirli
olan kanadını sokar, deva olan kanadını dışarıda bırakır. Eğer sineğin,
dışarıda kalan ‘ şifa ‘ kanadını yemeğin ( ya da içeceğin ) içine batıracak
olursan, şifa hastalığı gidermiş olur.”
kanadını yemeğin (ya da içecek şeyin) içine daldırıyor. Şifa kanadını dışarıda
bırakıyor ki, kişi onu da yemeğin içine batırsın da hasta olmasın!
şifa olan iki zıd hassasiyet bir arada toplanabilir? Ve sonra hakir bir
sinek, nasıl olur da yiyecek ya da içecek içine önce zehirli kanadını sokmayı
ve deva olan kanadını geri bırakmayı bilebilir?”
diye konuşacak olursanız,Müslümanlık sınavından sıfır alır ve ‘kara cahil’‘ olmakla damgalanırsınız.
Şu nedenle ki, bu şekilde konuşan kişi Muhammed’ i inkar etmiş sayılır,
çünkü Diyanet ‘ in açıklamalarına göre Muhammed aynen şöyle demiştir:
iki kanadının birisinde hastalık, öbirisinde de şifa vardır…”
birlikte insanlarımıza Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından belletilmektedir.
Buna inanmayanları Diyanet ‘cahil’ olarak damgalamaktadır! (15)
‘drak ve ilahi ilham sahibi’ olduklarını ortaya koymakta. Şimdi bunu öğrendikten
sonra kendi kendimize: “Sinek idrak ve ilham sahibi olur da balık olmaz
mı?” diye soracak olursanız, işte size Kur’an’ın Bakara ve A’raf surelerinden
alınma bir örnek:
bununla sağlarmış. Ne var ki, balıklar her Cumartesi günü akın akın bu
kıyılara gelip ertesi güne kadar beklerler ve ertesi gün, yani Pazar günü
hep birlkite kalkar giderlermiş. Ve haftanın diğer günlerinde bu kıyılara
hiç gelmezlermiş. Bu şekilde yapmalarının sebebi Yahudilere oyun oynamak,
onları baştan çıkarmakmış. Çünkü ‘ idrak ‘ sahibi bu kurnaz balıklar, bilirlermiş
ki , Tanrı Cumartesi günleri avlanmayı Yahudilere yasakalmıştır. Balıklar
bunu bildikleri için yukarıdaki şekilde Yahudilere oyun oynarlarmış. Ne
var ki, böyle bir yasağa boyun eğmek, Yahudiler için aç kalmak olurdu.
Çünkü Cumartesi yasağına uyacak olurlarsa, balıklar diğer günler kıyıya
gelmedikleri için, aç ve sefil kalacaklardı. Bu nedenle, Tanrı’’nın yasağına
uymayıp Cumartesi günleri avlanmaya başlarlar. Bunu duyan Davud ‘Peygamber’
Yahudilere beddua eder. Onun bedduasını işiten Tanrı gazaba gelir ve bu
kasabadaki Yahudilerin tümünü maymuna dönüştürür!
inanmam; velev ki bunlar mucize niteliğinde şeyler sayılsa bile. Çünkü
gerçekaydın bir kişinin mucizelere inanması olası değildir; meğer ki çılgın
olsun.” Fakat bunu söylediğiniz an Kur’an’ı inkar etmiş ve dolayısıyla
kafir durumuna düşmüş olursunuz. Çünkü bu masal, Kur’an’ın Bakara ve A’raf
surelerinde yer almış olup, Muhammed’ in söylemesine göre, Tanrı sözleri
olarak ifade edilmiştir:
Çünkü Cumartesi tatili yaptıkları gün, balıklar meydana çıkarak akın akın
onlara gelirdi; Cumartesi tatili yapmadıkları gün de gelmezlerdi. İşte
böylece biz, yoldan çıkmalarından dolayı onları sınamaktaydık…”
(A’raf Suresi, ayet 163.)
Güya Tanrı, bu kabilenin Cumartesi yasağına uyup uymadıklarını denemek
için onları böyle bir sınava sokmuş ve görmüştür ki, onlar kendilerine
yasak edilen şeylerden vazgeçmeyecek kadar kibirlidirler! Ve işte bu nedenle
Tanrı onları maymun haline sokmuştur. Bunun böyle olduğu Kur’an’ da şöyle
belirtilmekte:
(A’raf Suresi, ayet 166; Bakara Suresi,ayet 65.)
kendisine baş eğdirtmek maksadıyla kullanmıştır. Düşünmemiştir ki, bu tür
masallarla eğitilen insanlar, akıl rehberliğinden yoksun kalıp fiziksel
gelişme olasılığını yitirirler.
fare cinsine dönüştürüldüğüne dair İslami inanca katılır mısınız?”
bu tür inançlarla yetiştirmek, onları beyinsiz kılmak demektir.”
Ne varki, bunu dediğiniz taktirde Muhammed’ in söylediklerini inkar etmiş ve
Müslümanlık sınavında başarısız kalmış olursunuz. Şu nedenle ki, Muhammed’in
söylemesine göre Tanrı yasaklarına uymayan günahkar kavimler, Tanrı tarafından
maymun ya da fare gibi hayvan şekline dönüştürülmüşlerdir. Ve işte Tanrı,
vaktiyle Beni İsrail’e (Yahudilere) devenin eti ile sütünü haram kılmıştı.Bu
yüzden Beni İsrail kesinlikle deve sütü içmezdi. Böyle olduğu halde, Beni
İsrail’ den bir kavim, bu yasağa aldırış etmediği için Tanrı tarafından
fare şekline sokulmuştur. Başta Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları olmak
üzere temel İslam kaynaklarına göre Muhammed’ in konuşması aynen şöyle:
ümmet fareden başka bir şeye mesh ve tahlil edilmiş olsun. Çünkü fare (içsin)
diye ( bir yere) deve sütü konulursa, onu içmez de koyun sütü konulursa
onu içer.”
(16)
öldürülmeleri gerektiğine dair İslami buyruklara uyar mısınız?”
öldürülmesi gerekir ama, yangın çıkarmak bakımından şeytan tarafından baştan
çıkarıldığını düşünmek, hurafeye inanmak olur!”
sınavından da kötü not alacaksınızdır. Çünkü Muhammed’ in söylemesine göre
şeytan, ‘füveysika’ (fasıkcağız) denen ev faresini yangın çıkarmaya sürükler.
Gerçekten de Diyanet İşleri Başkanlığı’ nın yayınlarında ve diğer İslam
kaynaklarında anlatılanlar şöyle:
kandilin fitilini yakalamış evi ateşe vermek üzeredir. Hemen kalkar ve
fareyi öldürür. Ve sonra halka şöyle der:
(17)
insanları, akılcı usullerle eğitmek varken şeytanlar ya da fareler ilmiyle
yetiştirecek olursanız, onları beyni işlemez yaratıklar haline sokmuş olmaz
mısınız?
bir hükmü Tanrı ve ‘ Peygamber ‘ buyruğu olarak kabul ediyor musunuz?”
sığınmanın Müslüman kişi bakımından zorunluk olduğuna inanıyor musunuz?”
den gelmiş olamaz. Bu gibi sözleri Tanrı’ ya ve Muhammed’ e yamamak, Tanrı’
yı ve elçisini alaya almak olur”
şeklinde bir yanıt verecek olursanız Müslümanlıkiddianız tehlikeye girmiş olur. Ve hele bir de bu söylediklerinizi açıklamak
üzere, kendi kendinize: “Bunlar akıldışı şeyler! Neden horoz melek gördüğünde
ötsün de eşek şeytan gördüğünde anırsın? Eşek melek görmez mi? Gördüğünde
ne yapar? Ya da horoz şeytan görmez mi? Gördüğünde ne yapar? Nedir Tanrı’
nın ya da Muhammed’ in eşeklere karşı husumeti ki, zavallı hayvanı şeytandan
başka bir şey görmez diye tanımlarlar ve onun anırdığını görenleri Tanrı’
ya sığınmaya çağırırlar?” şeklinde akılcı bir yanıta yönelecek olursanız,
haliniz fena. Çünkü böyle bir şey söylediğiniz zaman İslam şeriatını inkar
etmiş sayılır ve kafirlerden olarak cehennemi boylarsınız.
diye yanıt verecek olursanız, Müslümanlık sınavınıbaşarıyla atlatmış ve ‘ imanı tam’ bir Müslüman olarak övünmeye hak kazanmış
olursunuz. Şu bakımdan ki, Muhammed horozları Müslümanları namaza uyandıran
yaratıklar olarak övgüye layık bulur, onlara sövülmemesini isterdi; örneğin
şöyle derdi: ” Horoza sövmeyin. Çünkü o namaza uyandırır.” (18)
derdi: “Horozların öttüğünü işittiğinizde (dileklerinizi) Allah’ ın fazl-ü
kereminden isteyiniz. Zira horozlar melek görmüşler (de öyle ötmüşler)dir.
Merkebin anırmasını işittiğinizde de şeytan(ın şerrin)den Allah’ a sığınınız
(ve Euzü bi’llahi mine’ş-şeytani’r-racim, deyiniz). Çünkü merkep şeytan
görmüş de (öyle anırmış)tır.” (19)
siz Allahu Teala’ yı zikredin, bana da salavat getiriniz.” (20)
Böyle bir zorunluğun kutsal duygularla nasıl bağdaşabileceğini düşünmek
kuşkusuz ki kolay değil. (21)
şeytan gördükleri zaman anırdıklarını söyleyen bu aynı Diyanet, halk arasındaki
‘Kara karga kimin evinde öterse o haneden cenaze çıkar’ şeklindeki inançları
hurafeden sayar. Daha başka bir deyimle, herhangi bir kimsenin evinde kara
karganın ötmesiyle cenaze çıkacağına dair olan inancı hurafe olarak kabul
ettiği halde, merkebin şeytan gördüğü için anırması üzerine Tanrı’ ya sığınmak
gerektiğine dair hükmü hurafeden saymaz! Ya da, karganın ötmesinin cenazeyle
ilişkisini hurafe diye tanımlar, ama horozun ötmesini meleklerden ve merkebin
anırmasını şeytandan bilip aynı nitelikteki bir hurafeyi, başka şekiller
altında halkımıza sokuşturmaktan geri kalmaz. Ve işte insanlarımızın dinsel
eğitimi, bu zihniyetteki bir Diyanet’e ve onun emrindeki din adamlarına
terk edilmiş bulunmakta!
yine kocaman bir sıfır alacaksınızdır. Çünkü Muhammed, horozlara sövülmesini
yasakladığı gibi, rüzgara sövülmesini de yasaklamıştır. Sebeb olarak da
rüzgarın ‘Allah’ ın rahmeti’ demek olduğunu bildirmiştir. Güya Tanrı, rüzgar
göndermek suretiyle Müslüman kullarına rahmet ya da azap hazırlar. Rüzgar
estiği zaman Müslümanlar, Tanrı’ dan yalvarıp bu rüzgarı ‘hayırlı’ kılmasını
dilemelidirler. Muhammed’ in söylemesi aynen şöyle:
a sığının”
(22)
bir hayvan olduğunu kabul eder ve bunu kendi ağzıyla Yahudilere bildirmiştir,
Muhammed de öküzün bu şekilde konuştuğuna inandığını söylemiştir.”
şeklindekonuşacak olursanız, Muhammed’ i yalanlamış ve dolayısıyla Müslümanlık
sınavından sıfır almış olursunuz. Çünkü başta Diyanet İşleri Başkanlığı’
nın yayınları olmak üzere, en sağlam İslam kaynaklarına göre Muhammed,
öküzlerin binek hayvanı olmayıp, tarla sürmek için yaratıldıklarını ve
şu hale göre onları merkep gibi kullanmanın isabetsiz olduğunu ve daha
doğrusu çiftçilerin öküz kullanmak suretiyle tarlalarını sürebilmelerinin
caiz olduğunu bildirmek üzere halka şu hikayeyi anlatır:
Ben tarla sürmek için halk olundum’ demiştir.”
için değil, tarlaya sürülmesi için yaratmıştır.
söylediğine inandım.”
ve öküzün bu şekilde konuştuğuna onların da tanık olup inandıklarını belirtir.
(23)
için Muhammed’ in yaptığı şey, öküzü konuşuyormuş gibi gösterip mucizevi
bir olayı dile getirmek oluyor. Getirirken de kişileri, mucizeden başka
bir usulle (örneğin akılcılık yoluyla) eğitilemezmiş gibi bir duruma sokmuş
oluyor. Oysa: ‘Tarlalarınızı öküz kullanmak suretiyle sürebilirsiniz’ şeklinde
bir şeyler söylemiş olsa mesele kalmayacaktır.
Muhammed’ in, ‘gururlu öküz’ le ilgili olarak yukarıda belirttiğimiz sözlerinin
devamı kurt denen vahşi hayvanı, hani sanki ileri görüşlüymüş gibi gösterir
niteliktedir! Buharinin Ebu Hüreyre’ den rivayetine göre Muhammed, bir
gün halka şöyle der:
‘Elbette yırtıcı hayvan(ların sürüye saldırdığı bir gün gelir. O fitne)
gününde koyunun benden başka çobanı bulunmayacaktır. (Bakalım o gün ) koyunu
benden kim kurtarır? dedi.”
kuşların istilasına uğrayacağını haber vermiş, böylece ileri görüşlülüğünü
ortaya koymuştır. ‘Neden dolayı Muhammed, Medine’nin böyle bir hale düşeceğini
anlatmak için kurt hikayesine başvurmuştır?’ diye sorulacak olursa, verilecek
yanıtın muhtemelen şu olması gerekir:
olacağını, Bedevi Arapların gelip şehre yayılacaklarını ve orada öteden
beri oturanları yerlerinden edeceklerini haber vermiştir. (25)
Medine’nin önemini vurgulamak istemiştir. Ne var ki, bütün bu felaketlerin
Medine’nin başına ne zaman geleceği hakkında bilgi vermemiştir. Bundan
dolayıdır ki, İslam yazarlarından bazıları bu olayın Emeviler ve Abbasiler
döneminde oluştuğunu söylemişlerdir. Bazıları da kıyamet saatinin yaklaştığı
bir zamanda oluşacağını öne sürmüştür. (26)
bir, üç, beş, yedi, vs. gibi tek olmasının önemli olduğuna ve bunun gibi
her ‘hayırlı’ işin tek sayılara göre yapılmasının Tanrı ve Peygamber emri
olduğuna inanıyor musunuz? Buna inanmayın, Tanrı’ nın tek olduğu inancıyla
bağlantılı bulunduğunu kabul ediyor musunuz?”
bir buyruk Tanrı ve Peygamber buyruğu olamaz!”
derseniz Müslümanlığınızşüphe götürüyor demektir. Sınavdan sıfır almanız için bu şüphe yeterlidir.
bildirirseniz ya da su içerken tek sayıda yudumlayarak içerseniz, hurma
ve zerdali gibi meyveleri yerken bunların sayısını tek tutarsanız ya da
genellikle her işinizi tek sayı esasına göre yaparsanız iyi bir Müslüman
olmakla övünebilirsiniz. Çünkü bu şekilde davranmakla, Tanrı’ nın ve Muhammed’
in buyruklarına uymuş olmaktasınızdır. Muhammed’in bu konudaki buyruklarından
birkaç örnek şöyle:
(27)
(28)
Teala ile ilgili olmalıdır. Çünkü O tektir, çift değildir…”
(30)
söylemekte. Ne var ki bu aynı Diyanet, yukarıda kısaca değindiğimiz gibi,
halkımıza, abdest yaptıktan sonra temizlenmek için tek sayıda taş (örneğin
üç taş) kullanmak gerektiğini, çift sayıda taş kullanmanın dine aykırı
düştüğünü belletmekle meşguldür. Anlaşılan o ki, Diyanet, Tanrı’nın tek
oluşu fikrinden hareketle her işin tek sayı esasına göre yapılmasını uygun
bulduğu içindir ki, böyle bir şeriat hükmüne önem vermektedir. Fakat tuvalet
taşına ters oturmak gibi bir eylemle, tuvaletteyken tek sayıda taş kullanmak
eylemi arasında pek fark bulunmadığına (hatta bu ikinci halde Tanrı fikrini
zedelemek söz konusu olduğuna) göre Diyanet, savaşır göründüğü bir hurafeyi
bir başka şekil altında satmakla sürdürmüş olmuyor mu?
üzere ‘ha’ diye ağzını ayıran kişiye şeytanın güldüğüne inanır mısınız?”
derseniz, Muhammed’ i yalancı duruuna düşürmüş olur, Müslümanlıksınavından sıfır alırsınız. Çünkü bu sözler, Muhammed’ in ağzından çıkma
şeyler olarak Müslümanlara öğretilmektedir. Gerçekten de Diyanet’ in, İslam
kaynakalrından naklen bildirmesine göre Muhammed şöyle konuşmuştur:
işiten her müslüman Yerhamükellah diye mukabele etmek, aksıran mümin için
hak olur. Esnemeye gelince, şüphesiz o şeytandandır. Biriniz esnemek hali
geldiğinde gücü yettiği derecede onu gidermeye çalışsın. Çünkü biriniz
esneyip ‘ha’ diye ağzını ayırınca onun gafletine şeytan güler.”
(31)
uğraşacak başka bir işi kalmadı mı? Aksırmak ya da esnemek doğal ve bedensel
şeyler değil mi?”
sağlıklı ve kişiyi rahatlatır nitelikte bir aksırmaysa, bu taktirde aksıran
kişi Elhamdü li’llah demelidir. Bunu yapacak olursa artık bir daha göz
ağrısı diye bir şey çekmez. Öte yandan Elhamdü li’llah demek suretiyle,
aksırdığını işiten Müslüman kişilerin kendisine Yerhamükellah diye karşılık
vermelerini (yani ‘Allah sana merhamet etsin’ demelerini) sağlamış olur.
Yok eğer aksırma, soğuk algınlığı ya da nezle gibi bir rahatsızlık nedeniyle,
yani sağlıklı olmayan cinsden bir aksırmaysa, bu taktirde onun aksırdığını
işitenler için ‘Yerhamülkellah’ demek gerekmez!
şeytanların kendilerine güleceğini bildirmiştir.
benimsemekten kaçınıyorsanız, İslama karşı gelmiş olursunuz. (32)
Başkanlığı Yayınları, c. 11, s.393.
..
Ayrıca bkz. Ilhan Arsel, Kur’an’ın Eleştirisi I.
s. 134 vd.
Basım, İstanbul, s. 139-140.
Çekişiyor: Din Bu, Kaynak Yayınları, 3. Basım, İstanbul, s. 136.
Göre Cinsel Hayat, Eymen Yayınları, İstanbul 1986, c. 2, s. 168 vd. Ayrıca
Ilhan Arsel, Toplumsal Geriliklerimizin Sorunluları: Din Adamları.
Hadis No: 1364; ayrıca İlhan Arsel, Şeriat’ tan Kıssalar.
Menakıb’ ında bulunmakta. )
s. 234-236, Hadis No: 885 ve c. VII, s. 143-147, Hadis No: 1049.
Merve Yayınları, İstanbul 1992, c. 2, s. 396, Hadis No: 1132.