Recep Tayyip Erdoğan

Çöküşün Anatomisi ve Direnişin Zorunluluğu


Nisan 2024 Türkiye’si, neoliberalizmin en vahşi yüzünün, otoriter bir rejimle iç içe geçtiği, sermayenin sınırsız tahakkümünün emekçilerin ve ezilen halkların yaşamını bir karabasana çevirdiği bir zaman dilimini işaret ediyor. Erdoğan rejimi, artık basit bir siyasi iktidar olmanın ötesinde, uluslararası ve yerli tekelci sermayenin çıkarlarını korumakla görevli, halk düşmanı politikaların merkezileşmiş, organize bir gücü haline gelmiştir. 2002’de “sessiz devrim” ve “milli irade” illüzyonlarıyla başlayan iktidar yürüyüşü, bugün sermaye sınıfının talepleri doğrultusunda şekillenen, tüm demokratik kurumları ve hakları ilga eden, muhalefeti kriminalize eden, adaleti kendi sopası haline getiren, faşizan karakteri giderek belirginleşen bir dikta rejimine evrilmiştir. Bu rejim, yalnızca siyasi özgürlükleri değil, aynı zamanda işçi sınıfının ve tüm emekçi halkın en temel ekonomik ve sosyal haklarını da gasp etmektedir.

I. HUKUKUN TASFİYESİ: SARAY YARGISININ İNŞASI VE SINIFSAL KARAKTERİ

Türkiye’de “hukuk devleti” ilkesi, bir burjuva demokrasisinin asgari koşulu dahi olmaktan çıkmış, doğrudan sermaye düzeninin ve tek adam yönetiminin bekası için kullanılan bir baskı aygıtına dönüşmüştür. Yargıtay ve Danıştay gibi sözde yüksek yargı organları, iktidarın politik ajandasına aykırı kararlar alma potansiyeli taşıdığında dahi üyeleri ve başkanları tehdit ve şantajlarla hizaya getirilmekte, Anayasa Mahkemesi kararları dahi Cumhurbaşkanlığı ve onun kontrolündeki alt mahkemelerce tanınmamaktadır. Bu durum, anayasanın fiilen ilga edilmesi, rejimin sınıfsal karakterinin hukuk eliyle perçinlenmesidir.

  • HSYK’nın yapısının değiştirilmesiyle başlayan süreç, yargının yürütmenin tam kontrolüne girmesiyle sonuçlanmıştır. Hakim ve savcıların atamaları, terfileri ve görevden alınmaları, saraya sadakat üzerinden şekillenmektedir. Bu, Venedik Komisyonu gibi uluslararası kuruluşlarca da defalarca eleştirilmiştir.

  • 15 Temmuz darbe girişimi bahane edilerek ilan edilen OHAL ve çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK), on binlerce kamu emekçisinin, akademisyenin, öğretmenin, yargı mensubunun hiçbir hukuki süreç işletilmeden, savunma hakkı tanınmadan işten atılmasına yol açmıştır. Bu tasfiyeler, rejime biat etmeyen unsurların kamudan temizlenmesi ve kadrolaşmanın önünü açmıştır.

  • Gezi Davası (Osman Kavala ve diğer sanıkların AİHM kararlarına rağmen serbest bırakılmaması), HDP’ye yönelik kapatma davası ve Kobani Davası, gazetecilerin (örneğin, 2023 itibarıyla 60’tan fazla gazetecinin tutuklu veya hükümlü olduğu raporlanmıştır), avukatların ve milletvekillerinin (Selahattin Demirtaş örneği) tutuklanmaları, yargının muhalefeti sindirme ve siyaseti dizayn etme aracı olarak kullanıldığının en bariz örnekleridir. İfade özgürlüğü ve örgütlenme hakkı sistematik olarak ihlal edilmektedir.

  • Özellikle devlet görevlilerinin karıştığı suçlarda, işkence ve kötü muamele iddialarında cezasızlık kural haline gelmiştir. Bu durum, rejimin baskı aygıtlarının pervasızlaşmasına zemin hazırlamaktadır.

II. TALAN, RANT VE SERMAYENİN DİKENSİZ GÜL BAHÇESİ: KURUMSAL ÇÜRÜME

Erdoğan rejimi, bir “şirket gibi yönetilen devlet” anlayışıyla kamu kaynaklarını ve birikimlerini yerli ve yabancı sermayeye peşkeş çekme konusunda sınır tanımamaktadır.

  • Büyük altyapı projeleri, enerji yatırımları ve kamu ihaleleri, rekabet koşulları ortadan kaldırılarak, davet usulüyle veya pazarlıkla yandaş sermaye gruplarına (“Beşli Çete” olarak anılan holdingler) aktarılmaktadır. 2023 yılı Sayıştay raporlarında dahi usulsüzlükler ve kamu zararları belgelenmesine rağmen, bu raporlar Meclis’te etkili bir denetime tabi tutulmamakta, sorumlular hakkında işlem yapılmamaktadır.

  • TEKEL, SEKA, Telekom, Şeker Fabrikaları, limanlar, enerji üretim ve dağıtım tesisleri gibi stratejik kamu işletmeleri ve halkın ortak varlıkları, “özelleştirme” adı altında, çoğu zaman değerinin çok altında bedellerle yandaş sermayeye devredilmiştir. Bu süreç, kamusal hizmetlerin niteliğini düşürmüş, pahalılaştırmış ve işçi kıyımlarına yol açmıştır. Türkiye Varlık Fonu ise denetimden uzak bir şekilde kamu kaynaklarını yöneten paralel bir hazineye dönüşmüştür.

  • Ekolojik bir felakete yol açacağı bilimsel raporlarla sabit olan Kanal İstanbul projesi gibi mega-rant projeleri, doğayı ve kentsel yaşamı hiçe sayarak sermayeye yeni birikim alanları açma hevesinin somut bir örneğidir.

III. FAİZ-ENFLASYON-SEFALET SARMALINDA EZİLEN EMEKÇİ SINIFI

İktidarın “Yeni Ekonomi Modeli” adı altında 2021 sonundan itibaren dayattığı düşük faiz politikası, Türk Lirası’nda eşi benzeri görülmemiş bir değer kaybına, resmi rakamların dahi gizleyemediği üç hanelere yaklaşan bir enflasyona (bağımsız kuruluşlara göre bu oran çok daha yüksektir; örneğin ENAGrup Mart 2024 enflasyonunu %124.63 olarak açıklamıştır) ve dolayısıyla emekçi sınıfların ve yoksul halk kesimlerinin kitlesel sefaletine yol açmıştır.

  • Asgari ücret, açlık sınırının dahi altında kalmakta (TÜRK-İŞ Şubat 2024 açlık sınırı 16.257 TL, yoksulluk sınırı 52.955 TL iken, 2024 asgari ücreti 17.002 TL’dir), milyonlarca emekçi temel gıda maddelerine dahi erişmekte zorlanmaktadır. Satın alma gücü erimiş, borçluluk rekor seviyelere ulaşmıştır.

  • Bir yanda halk yoksullukla boğuşurken, diğer yanda Saray’ın ve çevresindeki bir avuç mutlu azınlığın uçak filoları, lüks araç konvoyları, devasa bütçeli örtülü ödenek harcamaları ve israfı, bu sınıfsal sömürünün ve adaletsizliğin en çıplak göstergesidir.

  • Sosyal yardımlar, bir hak olmaktan çıkarılıp, siyasi sadakatin bir aracı haline getirilmiş, lütuf olarak sunulmaktadır. Sağlık ve eğitim gibi temel kamusal hizmetler piyasalaştırılmış, niteliksizleştirilmiştir.

IV. TOPLUMSAL MUHALEFETİN HER HÜCRESİNE YÖNELİK FAŞİZAN BASKI

Rejim, sadece parlamenter muhalefeti değil, sendikalar, meslek odaları, öğrenci hareketleri, kadın örgütleri, çevre savunucuları gibi tüm toplumsal direniş dinamiklerini sistematik bir baskı ve yıldırma politikasıyla ezmeye çalışmaktadır.

  • Baroların yapısını değiştirerek etkisizleştirme çabaları, Türk Tabipleri Birliği gibi meslek odalarının hedef gösterilmesi, demokratik kitle örgütlerinin sesini kısmaya yönelik adımlardır.

  • Grev yasakları, sendikal örgütlenmenin önündeki engeller, sarı sendikacılığın teşviki, işçi sınıfının en temel mücadele araçlarını elinden almayı hedeflemektedir.

  • 1 Mayıs kutlamalarına yönelik engellemeler, kadınların 8 Mart ve 25 Kasım eylemlerine yönelik polis şiddeti, LGBTİ+ Onur Yürüyüşlerinin yıllardır yasaklanması, anayasal bir hak olan barışçıl toplanma ve gösteri özgürlüğünün fiilen ortadan kaldırıldığını göstermektedir. 2023’te sadece 1 Mayıs’ta yüzlerce kişi gözaltına alınmıştır.

  • Boğaziçi Üniversitesi direnişi gibi örneklerde görüldüğü üzere, öğrencilerin demokratik ve akademik özerklik talepleri şiddetle bastırılmakta, öğrenciler gözaltına alınmakta ve tutuklanmaktadır.

V. KÜRT HALKINA YÖNELİK SÜREKLİLEŞEN DEVLET TERÖRÜ VE İNKAR POLİTİKALARI

Erdoğan rejimi, Kürt sorununu demokratik ve barışçıl yollarla çözmek yerine, 2015’ten itibaren yeniden güvenlikçi ve inkarcı politikalara sarılmıştır. Bu politikalar, bölgede derin insani krizlere, hak ihlallerine ve çatışmalı bir ortamın sürmesine neden olmaktadır.

  • Halkın iradesiyle seçilmiş HDP’li belediye başkanlarının görevden alınarak yerlerine kayyum atanması uygulaması, yerel demokrasinin yok edilmesi ve Kürt halkının siyasi iradesinin gaspıdır. 2019 yerel seçimlerinden sonra 48 HDP’li belediyeye kayyum atanmıştır.

  • Binlerce Kürt siyasetçi, aktivist, gazeteci ve aydın, “terör” suçlamalarıyla tutuklanmış veya yargılanmaktadır. HDP’ye yönelik kapatma davası, Kürt siyasi hareketini tasfiye etme amacını taşımaktadır.

  • Kürt çocuklarının anadillerinde eğitim hakkı tanınmamakta, Kürtçe üzerindeki kültürel baskılar sürmekte, Kürtçe yayın yapan kurumlar kapatılmakta veya engellenmektedir. Kürt sanatçılar konser yasaklarıyla karşılaşmaktadır. Bu, bir halkın varlığını ve kimliğini inkâr politikasıdır.

VI. KADIN DÜŞMANLIĞI, LGBTİ+ NEFRETİ VE AZINLIKLARA YÖNELİK AYRIMCILIK: TOPLUMSAL CİNSİYET VE KİMLİK SAVAŞLARI

Rejim, patriarkal ve heteronormatif bir toplum modelini dayatarak kadınların, LGBTİ+ bireylerin ve diğer etnik-dini azınlıkların kazanılmış haklarına saldırmakta, onları sistematik bir ayrımcılığa ve şiddete maruz bırakmaktadır.

  • İstanbul Sözleşmesi’nden 2021’de hukuksuzca bir Cumhurbaşkanı kararıyla çıkılması, kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddetle mücadelede devleti sorumluluktan kurtarma ve kadınları korumasız bırakma anlamına gelmektedir. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun verilerine göre, sadece 2023 yılında 315 kadın erkekler tarafından öldürülmüş, 248 kadın şüpheli şekilde ölü bulunmuştur. Kadınların istihdamdaki yeri sınırlı ve güvencesizdir, nafaka hakkı gibi kazanımlar sürekli hedef alınmaktadır.

  • LGBTİ+ bireyler, bizzat Cumhurbaşkanı ve diğer devlet yetkilileri tarafından sistematik olarak “sapkın” ilan edilerek hedef gösterilmekte, Onur Yürüyüşleri yasaklanmakta ve polis şiddetiyle dağıtılmaktadır. Bu nefret söylemi, LGBTİ+’lara yönelik şiddet ve ayrımcılığı körüklemektedir.

  • Alevilerin cemevlerinin ibadethane statüsünün tanınmaması, zorunlu din dersleri uygulaması, nefret söylemleri ve kültürel asimilasyon politikaları, devletin eşit yurttaşlık ilkesini hiçe saydığını göstermektedir. Gayrimüslim azınlıkların mülkleri ve vakıfları üzerindeki baskılar da sürmektedir.

VII. GERİCİLİKLE YOĞRULAN TOPLUMSAL MÜHENDİSLİK: LAİKLİĞİN TASFİYESİ

AKP iktidarı, toplumu Sünni-Hanefi İslam anlayışı temelinde yeniden dizayn etme projesini adım adım hayata geçirmektedir. Laiklik ilkesi fiilen ortadan kaldırılmış, bilimsel ve seküler eğitim hedef alınmıştır.

  • Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesi birçok bakanlığı geride bırakmakta, toplumsal yaşamın her alanına müdahale eden bir kuruma dönüşmüştür. Okul öncesinden başlayarak eğitim sistemi, dini referanslarla şekillendirilmekte, imam hatip okulları yaygınlaştırılmaktadır.

  • Milli Eğitim müfredatından evrim teorisi gibi bilimsel içeriklerin çıkarılması, “ÇEDES” gibi projelerle okullara imamların atanması, tarikat ve cemaatlerin eğitimdeki etkinliğinin artması, bilimsel düşünceden uzak, kindar ve dindar nesiller yetiştirme hedefini göstermektedir.

  • İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmenin ardından, “ailenin kutsallığı” ve “neslin korunması” gibi söylemlerle kadınların bireysel hakları ve özgürlükleri kısıtlanmakta, boşanmanın zorlaştırılması, nafaka hakkının gaspı gibi gerici talepler gündeme getirilmektedir.

VIII. EKOLOJİK YIKIM: SERMAYENİN DOĞA TALANI VE YAŞAM ALANLARINA SAVAŞ

Rejim, doğayı ve çevreyi sermayenin sınırsız kâr hırsına kurban etmekten çekinmemektedir. Maden şirketleri, enerji santralleri, inşaat projeleri uğruna ormanlar, tarım arazileri, su kaynakları ve kültürel miras yok edilmektedir.

  • Kazdağları’ndaki altın madeni projesi, Akbelen Ormanı’ndaki linyit madeni için ağaç kesimi ve köylülerin direnişi, İkizdere’deki taş ocağına karşı mücadele, Munzur Vadisi’ndeki HES projeleri, İliç’teki siyanürlü altın madeni faciası (Şubat 2024’te yaşanan ve en az 9 işçinin toprak altında kaldığı facia) gibi sayısız örnek, rejimin ekolojik yıkım politikalarının acı sonuçlarıdır.

  • Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporları, çoğu zaman formaliteye dönüştürülmekte, sermayenin önündeki “engeller” olarak görülmektedir. Doğa savunucuları ve yerel halkın direnişi ise jandarma ve polis şiddetiyle bastırılmaktadır.

  • Ekolojik yıkımdan en çok etkilenenler, yaşam alanları ve geçim kaynakları ellerinden alınan yoksul köylüler, tarım emekçileri ve kent yoksullarıdır. Doğa mücadelesi, aynı zamanda bir sınıf mücadelesidir.

SON SÖZ: BU ÇÜRÜMÜŞ DÜZEN YIKILACAK, YENİSİ EMEKÇİLERİN ELLERİYLE KURULACAK!

Erdoğan rejimi, tekelci sermaye sınıfının tarihsel çıkarlarını korumak için her türlü baskı ve zorbalığı meşru gören, çürümüş ve miadını doldurmuş bir düzenin ifadesidir. Bu düzen, emekçilerin, yoksulların, kadınların, gençlerin, Kürt halkının ve tüm ezilenlerin kanı ve gözyaşı üzerine kuruludur. Ancak hiçbir diktatörlük sonsuza kadar sürmemiştir.

Bugün Türkiye’de ihtiyaç duyulan şey, restorasyoncu bir “normalleşme” veya düzen içi bir iktidar değişikliği değil; bu sömürü ve talan düzenini kökünden sarsacak, halkın egemenliğine dayanan, kamucu, laik, eşitlikçi, özgürlükçü ve demokratik bir cumhuriyetin, sosyalist bir geleceğin inşasıdır.

Bu karanlık tablonun karşısında umutsuzluğa yer yoktur. Emekçilerin birleşik ve örgütlü gücü, köylülerin toprağına sahip çıkma iradesi, kadınların patriarkaya ve şiddete karşı bitmeyen isyanı, gençliğin özgürlük ve gelecek talebi, Kürt halkının onurlu direnişi, bu faşizan rejimi tarihin çöplüğüne gönderecek dinamikleri barındırmaktadır.

 

Türkiye halkları, kendi kaderini kendi ellerine almak, bu sömürü çarkını kırmak ve insanca bir yaşamı kurmak için mücadeleyi yükseltmek zorundadır. Tarih, baskı ve zulüm düzenlerinin er ya da geç yıkıldığını, son sözü her zaman direnen halkların söylediğini defalarca kanıtlamıştır. Gelecek, örgütlü halkın ve sosyalizmin olacaktır!


Like it? Share with your friends!

54
54 points
Can Taylan Tapar
Yüreklilik, gerçeği aramak ve onu söylemektir. Geçici olarak muzaffer olan yalanın yasasına boyun eğmemektir. Ruhumuzu, dudağımızı ve ellerimizi, aptal alkışların ve fanatik yuhalamaların yansıması yapmamaktır. / Jean Jaures
Choose A Format
Personality quiz
Series of questions that intends to reveal something about the personality
Trivia quiz
Series of questions with right and wrong answers that intends to check knowledge
Poll
Voting to make decisions or determine opinions
Story
Formatted Text with Embeds and Visuals
List
The Classic Internet Listicles
Countdown
The Classic Internet Countdowns
Open List
Submit your own item and vote up for the best submission
Ranked List
Upvote or downvote to decide the best list item
Meme
Upload your own images to make custom memes
Video
Youtube and Vimeo Embeds
Audio
Soundcloud or Mixcloud Embeds
Image
Photo or GIF
Gif
GIF format