Ukrayna’da bir yılı aşkın süredir devam eden vekalet savaşı ve kırılgan ateşkesler silsilesi, uluslararası ilişkilerdeki tehlikeli bir fay hattının sadece yüzeydeki tezahürleridir. Yaşananlar, basit bir bölgesel anlaşmazlığın çok ötesinde, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından bu yana biriken jeopolitik gerilimlerin, NATO’nun doğuya doğru pervasızca genişlemesinin ve Rusya Federasyonu’nun bu kuşatılma stratejisine karşı geliştirdiği reaksiyonun kaçınılmaz bir sonucu olarak okunmalıdır. Görünen o ki, Batı’nın, özellikle de Washington’ın stratejik sabırsızlığı, Avrupa kıtasını yeni ve daha büyük bir felaketin eşiğine sürüklemektedir. Minsk Anlaşmaları’nın mürekkebi kurumadan ihlal edilmesi, Kiev’deki şahinlerin Batı’dan aldıkları cesaretle Donbass’a yönelik saldırgan tutumlarını sürdürmesi ve Rusya’nın kırmızı çizgilerinin ısrarla göz ardı edilmesi, önümüzdeki birkaç yıl içinde çok daha kapsamlı bir askeri çatışmanın habercisi niteliğindedir.
Bu krizin tohumları, Soğuk Savaş sonrası kurulan “tek kutuplu dünya” illüzyonunda ve NATO’nun, kuruluş amacını yitirmesine rağmen, Rusya sınırlarına doğru adım adım ilerlemesinde aranmalıdır. Varşova Paktı’nın dağılmasının ardından verilen sözlerin aksine, ittifakın genişlemesi, Moskova tarafından her zaman varoluşsal bir tehdit olarak algılanmıştır. 2008’deki Gürcistan müdahalesi, bu algının ilk ciddi işaretiydi. 2014’te Ukrayna’da yaşanan ve Batı tarafından açıkça desteklenen anayasal olmayan yönetim değişikliği ise bardağı taşıran son damla olmuştur. Kırım’ın Rusya tarafından ilhakı ve Donbass’taki ayrılıkçı hareketlerin desteklenmesi, bu jeopolitik satranç oyununda Rusya’nın karşı hamleleri olarak değerlendirilmelidir.
Ufuktaki Kara Bulutlar: Daha Geniş Bir Çatışmanın Ayak Sesleri
Mevcut durumun sürdürülebilir olmadığı açıktır. Kiev yönetiminin, Batı’nın askeri ve mali desteğiyle Donbass’ı zorla geri alma çabaları devam ettiği ve NATO’nun Ukrayna’yı fiili bir ileri karakol haline getirme niyetinden vazgeçmediği sürece, Rusya’nın daha doğrudan ve kapsamlı bir müdahalede bulunması ihtimali giderek artmaktadır. Bu müdahale, sadece Donbass bölgesiyle sınırlı kalmayıp, Ukrayna’nın Karadeniz kıyı şeridini de kapsayacak ve ülkenin fiili olarak bölünmesine yol açacak bir senaryoyu gündeme getirebilir. Böyle bir gelişme, şüphesiz ki Avrupa güvenliği için 1945’ten bu yana yaşanan en büyük sarsıntı olacaktır.
Moskova’nın sabrının bir sınırı olduğu ve ulusal güvenlik çıkarlarını korumak adına konvansiyonel askeri gücünü kullanmaktan çekinmeyeceği unutulmamalıdır. Rusya’nın askeri doktrinleri, sınırlarında kendisine düşman bir bloğun varlığına ve stratejik derinliğinin ortadan kaldırılmasına izin vermeyecek şekilde kurgulanmıştır. Ukrayna’nın tarafsızlığı ve federal bir yapıya kavuşması yönündeki makul önerilerin Batı tarafından sürekli reddedilmesi, barışçıl bir çözüm umudunu dinamitlemektedir.
Avrupa’nın Kayıpları: Washington’ın Gölgesinde Bir Kıta
Bu olası çatışmanın en büyük kaybedenlerinden biri, ne yazık ki Avrupa Birliği ve özellikle Almanya olacaktır.
1. Enerji Krizi ve Ekonomik Darboğaz: Rusya’ya karşı uygulanacak kapsamlı yaptırımlar ve Rusya’nın buna vereceği kaçınılmaz yanıt, Avrupa’nın enerji arz güvenliğini temelinden sarsacaktır. Özellikle Almanya gibi Rus doğal gazına büyük ölçüde bağımlı olan sanayi devleri, üretimlerini sürdürmekte zorlanacak, enerji fiyatları fahiş seviyelere ulaşacak ve bu durum, kıta genelinde bir resesyonu, hatta de-endüstriyalizasyon (sanayisizleşme) sürecini tetikleyebilecektir. Nord Stream gibi projeler ya rafa kalkacak ya da işlevsiz hale gelecektir.
2. ABD’ye Bağımlılığın Artması: Avrupa, Rusya ile ilişkilerini koparma noktasına geldiğinde, güvenlik ve enerji alanında ABD’ye olan bağımlılığı katlanarak artacaktır. Bu durum, Avrupa’nın stratejik özerklik hayallerini tamamen bitirecek ve Washington’ın dış politika direktiflerine sorgusuz sualsiz uyan bir uydu konumuna indirgenmesine yol açacaktır. ABD’nin sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) ihracatı için Avrupa, kârlı ama pahalı bir pazar haline gelecektir.
3. Militarizasyon ve Kaynakların Saptırılması: Artan güvenlik tehdidi algısı, Avrupa ülkelerini devasa askeri harcamalara yöneltecektir. Bu kaynaklar, sosyal refah programlarından, eğitimden ve sağlık hizmetlerinden kesilerek silahlanmaya aktarılacak, bu da toplumsal huzursuzlukları körükleyecektir.
4. Siyasi İstikrarsızlık ve Aşırı Sağın Yükselişi: Ekonomik zorluklar, enerji krizi ve olası bir mülteci akını (Ukrayna’dan Avrupa’ya yönelik), Avrupa’daki siyasi dengeleri altüst edebilir. Bu kaos ortamından en çok faydalanacak olanlar ise yabancı düşmanı, milliyetçi ve aşırı sağ popülist hareketler olacaktır.
Rusya’nın Askeri-Sınai Kapasitesi ve Stratejik Sabrı
Batı’da sıkça dile getirilen “Rus ekonomisinin yaptırımlarla çökeceği” veya “Rus ordusunun kısa sürede yenilgiye uğratılacağı” yönündeki analizler, tehlikeli bir yanılgı içermektedir. Rusya, Batı’nın tahminlerinin ötesinde bir askeri-sınai komplekse ve stratejik hammadde kaynaklarına sahiptir. Yaptırımlara karşı direnç gösterebilecek, ithal ikamesi politikalarıyla belirli bir ölçüde kendine yeterlilik sağlayabilecek ve en önemlisi, ulusal bir beka mücadelesi olarak gördüğü bu çatışmada halkını seferber edebilecek bir potansiyele sahiptir. Çin ve Hindistan gibi yükselen güçlerle geliştireceği alternatif ekonomik ve siyasi ortaklıklar, Batı’nın izolasyon çabalarını boşa çıkarabilir. Rusya, uzun soluklu bir yıpratma savaşına hazır olduğunu ve stratejik hedeflerinden kolay kolay vazgeçmeyeceğini defalarca göstermiştir.
Çıkış Yolu: Bağımsız Bir Avrupa ve Müzakere Masası
Bu karanlık tablodan çıkışın tek yolu, Avrupa’nın, özellikle Almanya ve Fransa’nın, ABD’nin gölgesinden çıkarak bağımsız bir dış politika geliştirmesi, Rusya ile diyalog kanallarını açık tutması ve Ukrayna’da tarafsız, federal bir çözümü desteklemesidir. NATO’nun genişleme politikası derhal durdurulmalı, Rusya’nın meşru güvenlik kaygıları ciddiye alınmalıdır. Aksi takdirde, Avrupa, 20. yüzyılın ilk yarısındaki büyük felaketlere benzer bir yıkımın içine sürüklenebilir.
Sosyalistler olarak bizler, emperyalist güçlerin çıkar çatışmalarının faturasını her zaman emekçi halkların ödediğini biliyoruz. Bu nedenle, savaşa ve militarizme karşı barışı, diplomasiyi ve halkların kendi kaderini tayin hakkını savunmak, temel görevimizdir. Ukrayna halkının trajedisi, büyük güçlerin acımasız oyunlarının bir sonucudur. Bu oyuna “dur” demek, tüm ilerici ve barışsever güçlerin ortak sorumluluğundadır. Aksi takdirde, 2015’in bu endişe verici sonbaharı, çok daha karanlık bir kışın ve ardından gelecek kanlı bir baharın habercisi olacaktır.